5 Mayıs 2017 Cuma

HIDIRELLEZ SAYIKLAMALARI



Hıdırellez
Güle yürüdüm. Çok yağmur yağdı akşam, toprak çamur kokuyor. Çamur, toprak kokusunun yoğun hali. Baygın baygın kokuyor. Kaygan, serin, içindekileri gizleyen bir koku bu. Karanlık. Anlamak için koklamak lazım. Avuçluyorum, avcumun içinde dalgalanıyor.  Avcumun içine sığsa, orada hapsedebilsem onu. Burnuma götürmeye korkuyorum. Parmaklarımın arasındaki kayganlığın ne olduğunu bilemiyorum. Bir salyangozdur belki. Yok, değil. Öyle olsa kabuğunu hissederdim, solucan olma ihtimali daha yüksek. İçim ürperiyor. Salyangozu severken solucandan neden korkuyorum; evi yok diye mi? Yuvasızlığından mı huylanıyorum? Hızından da olabilir. İz bırakmayı sevmemesinden. Parçaladığında çoğalabilmesinden? Her neyse.  Neyi avuçladım ben? Birinin dileği bu belki? Birinin mahremi. Utana utana yazdığı. Dilerken utandığı. 
 


Bazı insanlar dilemekten utanacak kadar suçludur. Ontolojik suçlarla doğar, büyür ölürler.
Gecenin bu saatinde ontolojik suçlarımdan aldığım cesaretle avcumdakini ağzıma götürüyorum. Kokusu yok hâlâ.  Cansız bir tat bu. Tırnaklarımın arasına dolan bu tortu,  belki de binanın bahçeciğinde altmış beş yıldır birikmiş her duygudan bir parça taşıyor.
Mektup yazmak istiyorum. Alıcısı belli değil. Zihnim tanıdık bir alıcı bulmaya çalışıyor. En azından bir adresi olsun, gönderebileyim. Gönderilmemiş mektuplar insanın canını acıtıyor.  Adresi belli olmayanlara yazılan mektuplar kadar sahibi belli olmayan adresler de hüzün veriyor gecenin bu saatinde. Bir sürü keşke. Yazıldığı için suçluluk duygusuyla cezalandırılmış satırlara, suç ortağı şarkılara saklanmış, gözüne kaçmış ve sulanmasına neden olmuş bir sürü keşke. 

Keşkelerin geçmişte varolabilen canlılar olduğunu sanıyorsan (her kimsen) yanılıyorsun. Keşkelerin üremesi için en elverişli mevsim şimdiki zamandır. Bitimsiz eylem çekimiyle gecenin karanlığına gözünü dikip umutsuzlukla bir güzel beslemelisin onları. Keşkeler narindir ancak hakikatli bir korkak olmayı becerebilirsen, anılar saç diplerini yakacak kadar tenine yapışıksa kolayca çoğalırlar.  Bir bakmışsın, gülün her bir dalında onlarca keşke.

Dallara eğilip dileklere bakıyorum. Kimi usulca gömülmüş, kimi cüretkâr, sere serpe dalgalanıyor; kendi halinde, irili ufaklı dilekler. Kimi açmış, kimi tomurcuk. Solanlar da var içlerinde. Zamanlama hatasına kurban olanlar. Başkalarının seçimlerinde kaybolanlar.. 

Bütün bu dilekleri biliyorum. Hepsi aynı.Farklı sahiplerin köleleri.  Dilek dediğin keşkenin gelecek zamanı. Büyümüş, serpilmiş hali. "Keşke" diyorum. "Keşke". Pişmanlık değil, keşke. Yaşarken orada olamadığımız her an, gül dalından sarkan koca bir “keşke” …
Keşke diyorum (şu anda) bırakmasaydım. Elini, sigarayı, inanmayı, kolesterol ilacımı, keşke daha çok baksaydım, parmaklarına, burnuna, siyah beyaz bakışlarına. Gözlerini bilmiyorum. Bir kokun var mıydı? Düşler nasıl kokar hatırlamıyorum. Keşkeleri unutmak ne güzel olurdu. Dilememek. Kâbus hatırlamakla başlıyor.

Bu arada dışarıda yağmur Hâlâ Yağıyor. Toprak değil, çamur kokuyor. Kıvam kokuyor; serin serin. Keşke sağanağı



Şimdi ben bunları niye yazdım? Bilmiyorum ama yazmasam çıldıracaktım. Sen (her kimsen) iyi ki varsın. Dileklerin gülün dalında, bize emanet. Gülün zamanlamasına, günün getireceklerinden daha çok inanırım bilirsin. Nereden bileceksin ki? Neyse en azından bilirmiş gibi yap olur mu? Çok fazla hatırlıyorum bu gece. Unutabileceğime inanmak istiyorum. Keşkelerin içindeki vazgeçmişliğin, umuda dönüşme ihtimaline inanmak istiyorum.  O yüzden dileklerimi, bozuk paralarımla birlikte (yarın uğur parası olarak anılacaklar) kardeşlerinin yanına iliştiriyorum.

Tören bitti. Keskin bir öksürük sesi duyuluyor. Sıradaki keşkeye yer vermem gerek. Mateminden bir an olsun kurtulup pişmanlıklarını geleceğe ipoteklemek için sabırsızlanıyor.  

Ne olur, başımı yastığa koyduğumda bana kendini hatırlatma. Toprağın kokusunu bırak duyayım. Bırak unutayım yahu. Seni tanımıyorum bile.