Sibel Köse/C-Teoman Cimit/Yüzkumbarası Projesi |
Müziğin sanattan çok maddiyatla
değerlendirilmesine üzülüyorum…
Ankaralı Sibel Köse, ODTÜ Mimarlık eğitimi
aldığı 80’li yıllarda caz söylemeye başladı. 20 yıldır Türkiye’yi dünyaya
tanıtıyor. Türkiye’de çıkacak albümü
için Türkçe sözler karaladığını söyleyen şarkıcı, mesleğinin yan etkisini “Benim için en önemli olan duygudur.
Şarkılarla sürekli duygunu kurcalıyorsun ve gündelik yaşamda da bunu
bırakamıyorsun” diyerek tanımlıyor.
Cazla tanışmanız nasıl oldu?
Okul
yıllarında TED Ankara Koleji’nde koroda ve Amerikan Folk grubunda söylüyordum.
Radyodaki programları takip eder, şarkıları ezberlerdim. Ablam Deprem Araştırma
Bölge Müdürlüğü'nde çalışıyordu, daha sonraları hocam olan Josef Kubin’le Doğu'da bir yere gitmişlerdi. Orada kasetler karışmış,
eve Ella Fitzgerald’ın bir kaseti geldi ve
dinlemeye başladım. Sırf scat (vokalistlerin anlamsız heceler kullanarak
yaptıkları bir doğaçlama tekniği) bir parça olan Airmail Special’ı duyunca “Ne yapıyor bu kadın!” diye çıldırdım.
Defalarca dinledim şarkıyı. Sonra caz parçalarına, şarkıcılara merak saldım.
Kuğulu Pasajında plakları kasete çeken Archives adlı bir dükkân vardı.
Keşfettiğim müzikleri onlara buldururdum. Beni görünce "eyvah yine
geldi" diyorlardı belki de.
Şarkıcı olmaya çocukken karar vermiştiniz
demek?
Aslında
tiyatrocu olmak istiyordum. Lise yıllarında Carson McCullers'ın The
Member of the Wedding adlı oyununda oynadım. İlk defa siyahi bir karakterin
önemli bir rolde olması açısından çok önemliymiş meğer bu oyun, sonradan
öğrendim. O zenci dadı rolünde bir şarkı
söylemiştim. Sonra ODTÜ Mimarlık Bölümünü kazandım. Bir yandan tiyatro
devam etti, bir yandan Merve Erdal ile birlikte Mehmet Kütükçüoğlu'nun kurmuş olduğu grupta söylemeye başladık.
Erdal ve Metin Paksoy, Tevfik Bultan, Sertaç ve İhsan Akyüz bu grupta yer alan
müzisyen arkadaşlarım. 1986-87 yıllarıydı, Tuna
Abi'yi (Ötenel) dinlemeye gidiyorduk. Zamanla onların grubuyla da söylemeye
başladım. Sonra Janusz Szprot geldi.
Polonyalı cazcılarla konserler, seminerler düzenlediler. Janusz beni Polonya'ya
bir yaz okuluna çağırdı. 1.Körfez Savaşı günleriydi. Daha sonra tekrar gittim
ve orada bir yarışma kazandım, festivallere gittim, buraya gelen orkestralarla
çaldım, albümler kaydettik. O günden sonra hep gidip geldim.
90’larda Ankara’da kimler vardı?
Tuna Ötenel,
Murat Ulus, Tamer Sağlam, Yahya Dai,
Zafer Gerdanlı, Alper Yılmaz, Canan Aykent, Kamil Erdem, Tuluğ Tırpan, Janusz
Szprot, Murat Arkan, Nusret Gürs beraber yıllarca muzik yaptığımız
arkadaşlarım, özellikle Mimarlar Derneği’nde uzun süre çaldık. Eren-Murat Artu
ve Alageyik-Emin Mahir Balcıoğlu’nun başlattığı Mimarlar Derneği Lokali bu
anlamda caz müziğine kucak açmış oldu uzun yıllar. Mahmut Yalay ve Çağlayan
Yıldız bir dönem Ankara’daydılar. Durul Gence konserlerinin yanısıra üniversite
ve kültür merkezlerinde caz üzerine sunumlar da yapardı sık sık. Askerliği
döneminde İmer Demirer ve Ayşe Gencer de Ankara’da oldular.
Bilkent’teki seminerlerde Sarp Maden, Cengiz Baysal’la ilk kez beraber
söyledim. Alpay’ın mekanı Karpiç’te de Hakan Caneroğlu, H.Barış Kıratlı, Gökhan
Somel, Bilgehan Erten, Bahadır Şener, Teoman gibi pek çok değerli müzisyen yer
alırdı, Volkan Öktem’le orada tanıştık örneğin, daha sonra İstanbul’da farklı
projelerde beraber çaldık. Benim de bir dönem solistliğini yaptığım Mezzoforte,
Kamil Erdem’in kurmuş olduğu Asiaminor şu anda aklıma gelen gruplar. Eylül Bar,
Karpiç, Mimarlar Derneği, Jubilee, Gece Bar, Manhattan, Replik, Barduck, A Bar,
Siyah Beyaz, Beyaz Ev, Sting, Tenedos o dönemin kimi hala devam eden ve müzik
yapılan mekanlarıydı. Ersun Çavuşoğlu, Çetin ve Yasemin kendi gruplarıyla sahne
alırlardı. Blues ve rock müzik yapan gruplardan Süleyman Bağcıoğlu Blues Band,
Cemal Abi ve Mustafa Hadi Dedi, Mehmet Acet ve grubu, Anonim yine o dönem çalan
gruplardandı. Gürol Ağırbaş’ın Bas Şarkıları albümünün ilk prova ve konserleri Ankara’da olmuştu Cem
Aksel, Vural Şerifoğlu, Ozan Doğulu bu projede yer aldılar. Selçuk Sun da dönem
dönem çalardı. Bazı yabancı sanatçılar da vardı Edi ve Dave, Joe Lee Wilson, Larry
O'Neal gibi. Opera bünyesinde Ünal Algın’ın başlattığı Ankara Pop Grubu
kuruldu, ben de solistliğini yapmıştım. Janusz Szprot’un girişimleriyle
gerçekleşen Polonyalı ve Türk caz yıldızlarının yer aldığı Polonya Türk Caz
Grubu yine o dönem içinde yer aldığım önemli organızasyonlardan. Tuna Ötenel,
İmer Demirer, Neşet Ruacan, Okay Temiz gibi ülkemizin caz ustaları Jan
Ptaszyn Wroblewski, Henryk Majewski, Andrzej Jagodzinski, Henryk Miskiewicz
gibi Polonya cazının usta müzisyenleriyle biraraya geldiler bu projede. Yine
aynı yıllarda kurulan Ankara Caz Derneği de pek çok önemli projeye imza attı ve
şu anda her sene düzenlenmekte olan Ankara Caz Festivali gerek sanatçı gerek
izleyici olarak katilmaktan gurur duyduşum uluslararası bir organizasyon. Bugün
festivalin ve üniversite konserlerinin yanısıra
Cer Modern, Samm’s, Ruhi Bey ve Fige’de önemli caz performansları oluyor
bildiğim kadarıyla.
Sizden başka kadın şarkıcı da yokmuş Ankara’da,
zor olmuyor muydu?
Şarkıcı vardır
da caz söyleyen pek yoktu. Zorluyordu bazen. Oldukça genç yaşlarda şarkı
söylemeye başladım. Yaşça benden büyük, müzisyen abilerimle söylüyordum. Bir yandan öğrencilik sürüyordu, sonrasında
Sanart - Türkiye’de Görsel Sanatları Destekleme Derneği’nde yarı zamanlı
çalıştım, aynı dönemde haftada üç gün, bazen aynı gece iki farklı mekanda şarkı
söylüyordum. O dönem İstanbul’dan Nükhet
Ruacan, Ayşe Gencer, Ayşegül
Yelşilnil gelirlerdi bazen konserler için. Yıldız İbrahimova’nın Türkiye’ye geldiği dönem aynı zamanda. Nükhet Aruca varmış ben söylemeye
başlamadan önce, 28 yaşında gencecik vefat etmiş ne yazık ki. Ne kadar değerli
bir şarkıcı olduğunu daha sonra dinlediğim kayıtlarından biliyorum. Önder
Focan’la söylemeye başlamıştım zaman zaman İstanbul’da. 1997 yılının sonlarına
doğru sevgili dostum Ajlan’ın da desteğiyle yavaş yavaş İstanbul’a
taşındım.
Yurtdışındaki atmosferi de iyi bilen bir
caz şarkıcısı olarak Türkiye’de cazcı olmak nasıl?
Yurt dışında,
eğer öyle bir önyargı olsa bile performansınızın ardından bunu
kırabiliyorsunuz. Dünyanın değişik yerlerinde farklı organizasyonlar içerisinde
yer aldım. Dünya çapında çok değerli müzisyenlerimiz var ve kendi ülkelerinde
"bizim oğlan" muamelesi gördüklerini düşünüyorum. Örneğin buraya konsere gelen yabancı müzisyenlerin,
konser sonrası jam session’ın ardından piyanonun başında Tuna Ötenel’den o gece
çalınan herhangi bir caz standardının akorlarını izlemelerine kaç kez şahit
oldum. Cazdan bihaber insanların söz sahibi olduğu durumlara canm sıkılıyor,
müziğin sanattan ya da maneviyattan çok maddiyatla değerlendirildiğini gördüğümde üzülüyorum.
‘Ne iş yapıyorsunuz’ diye sorduklarında ‘caz söylüyorum’ cevabı, sorana da bana
da eğlenceli anlar yaşatıyor kimi zaman, örneği az çünkü.
Cazcılar yetiştiriyorsunuz, atölyeler
düzenliyorsunuz. Neler öğütlersiniz gençlere?
Yıllardır
şarkı söylediğim yolda arayıp bulduklarımı ilgilenen arkadaşlarımla paylaşmak
heyecan veriyor ama eğer benzer bir yola çıkmamışlarsa bu deneyim çok da
kolaylıkla aktarılamıyor. Eskiden bir şarkıyı öğrenmek için bir kaseti
defalarca dinlerdik ama o şarkı öyle sağlam yerleşirdi ki. Teknoloji güzel
fakat her şey çok hızlanıyor, işin romantizmi kaçıyor. Bu tabii şarkı
söyleyenleri de etkiliyor. Atölyemizde caz standartlarını söylüyoruz. 3 hafta
sonra daha kendinden hiçbirşey katmadan “ben sıkıldım bu şarkıdan” diyebiliyor
bazı arkadaşlarım. Bu henüz tanışmadığınız birinden sıkılmaya benziyor bana
göre. Benim 20 yıldır söylediğim ve her seferinde benim için yeniden ve bazen
yeni ifadeler bulan şarkılar var. 100 yıldır söyleniyor, çalınıyor bu
şarkılar. Bir de müzisyeni eşlikçi
olarak görmek, kendini önde ve solist olarak hissetmek, caza popüler kültürden
sızan etkiler sanırım. Oysa caz, şarkıcıdan daha çok enstrümantist müziğidir.
Bu nedenle de şarkıcılar da olabildiğince müzsiyen olmalılar. Kendim için de
atölyeye katılan arkadaşlarım için de bu yönde ilerlemeye gayret ediyorum.
Festivalleri nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de
birkaç büyük festival var. Onlar da doğaları gereği büyük şehirlerde ve yıldızlara
odaklı. Daha farklı organizasyonlar da olmalı. Geçtiğimiz kısa dönemde
gerçekleştirilen Kapadokya Caz Günleri, Alaçatı Jazz Rüzgarı benim de içinde
yer aldığım keyifli organizasyonlar oldu. Farklı mekan kalitesi ve ruha sahip
yerlerde böyle organizasyonlar olması çok güzel ve Türkiye bunun için adeta bir
cennet. Konserler, atölyeler sadece salonlara sıkışmamalı. Küçük ölçekli
organizasyonlarda müzisyenler ve dinleyici daha çok iç içe geçiyor. İşte o
zaman müzik yaşama karışıyor. Usta ve amatör müzisyenlerin yan yana gelmesi en
güzel atölye çalışmasıdır.
23 Mayıs 2012, Cumhuriyet Ankara (uzun versiyon)
*
Biraz da Sibel Köse dinleyelim...
Beşik
Sibel Köse
Sibel Kose (Vocal) Tuna Otenel (Piano-A.Sax) Kamil Erdem (E.Bass) Cem Aksel (Drums)
19 Nisan 2007 Konya