Can Togay Türk asıllı Macar yönetmen, oyuncu... Avrupa'daki ününden sonra 1980'lerden sonra pasaportuna sahip olduğu Türkiye'de de tanınmaya başladı. 1993'te Erden Kıral'ın yönettiği "Mavi Sürgün"de başrol oynadı. 1994'te Yavuz Özkan'ın "Bir Sonbahar Hikâyesi" filmindeki rolüyle ödüller kazandı. 2000'de Mustafa Altıoklar'la "Fosforlu Cevriye"de, 2007'de Berkun Oya'yla "İyi Seneler Londra"da çalıştı. Son dönem Macar sinemasının en iyi örnekleri arasında kabul edilen, İstanbul Film Festivali ve Ankara Macar Filmleri Haftası'nda büyük beğeni toplayan "Gözden Irak Bir Kış"la da yönetmen koltuğuna oturdu.
Togay bu kez sinemayla değil, şiirleriyle okur karşısına çıkıyor. Şiirlerinden sızansa mülteci bir ailenin çocuğu olmakla başlayan yaşam öyküsü: "Ayaklarım altında bir kentin molozları. / Bir duvar, duvarın dibinde bir ağacın kökü. / Bu duvar benim, benim bu kök".
TIPKI BİR GAR…
Can Togay'ın yazgısı, o daha doğmadan, hayatını "Su Başında Durmuşuz" adlı otobiyografik yapıttan öğrendiğimiz annesi Gün Benderli ve babası Necil Togay'ın 1951 yılında, Nâzım Hikmet'e özgürlük mitinginden sonra, siyasi nedenlerle Türkiye'den ayrılmalarıyla yazılmaya başlar. Paris, İsviçre, Frankfurt ve Berlin'den sonra 10 Ağustos 1952'de Budapeşte Doğu Garı, bu yazgının, sonraları dizelerde ve filmlerde yer bulacak duraklarıdır.
Radyoda çalışmaya başlayan aile, bir yandan Macarcayı bir yandan Macar kültürünü öğrenmeye çalışırken "demir yumruk idaresi"ne karşı, 1956 ayaklanmasının ön hazırlıklarının ve dalga dalga yayılan öfkeli halk hareketlerinin tırmanışa geçtiği 1955 yılında oğulları Can doğar. Nâzım Hikmet doğum üzerine gönderdiği kartpostalda Gün Benderli'ye "Oyunbozanlık ettin, oğlan doğurdun. Şimdi kimi alacağız Memed'e?" diye soracaktır.
1956'da Sovyet rejimine karşı yürütülen ayaklanma ve sonrasında yaşanan gelişmeler sekiz yaşında "yollar çetin bu yerlerde / yollar çetin, özgürlüğün peşinde." dizeleriyle biten ilk şiirine yansır…
Doğu Almanya'ya taşınmanın eşiğindeki o günleri de unutmaz. "Başka bir diyara taşınmak üzereydik" der "Soğuk Savaş göçünün yeni durağı Doğu Almanya'ydı. Bu benim için yepyeni bir dünya ve benimsemem gereken yeni bir dil demekti."
ALMANIMSI DUYGUSU…
Doğu Almanya günleri Togay için benimsenmesi zor bir dönüşümdür. Sürgündeki aile dostlarıyla buluşmalar, şiirlerle kesilen hararetli siyasi tartışmalar, Nâzım Hikmet'in aile ve çevre üzerindeki etkisi, o dönemin ilk zamanlarına damgasını vurur. Gündelik yaşama alışınca, Almanya'da çocuk tiyatrosunda oynamaya başlar. Bu, duygusal şiir günlerinden, mesafeli Brecht günlerine, yeni bir serüven demektir.
Macaristan'a geri dönüşte, 60'lı ve 70'li yıllarda ülkede şiir büyük değer görmektedir. Fransız sembolistlerinin yanı sıra Macar şiirinin en büyük isimleri Attila Jozsef ve Ady Endre'nin şiirleriyle tanışır. Ancak zamanla, dönemin baskıcı iktidarına da meydan okuyan alternatif bir şiir anlayışının peşine düşer. Bu arayışlar yalnız şiirde, edebiyatta değil, oyunculukta da sürer. Péter Halasz yönetimindeki alternatif tiyatro topluluğuna üye olur.
SİZ BU İSİMLE…
Sinema ve Tiyatro Yüksek Okulu giriş sınavlarını kazanır ancak kendisine söylenenleri unutmaz: "Siz bu isimle Macar tiyatro ya da film oyuncusu olamazsınız!" Bunun üzerine, İngilizce-Almanca dil ve felsefe alanını seçerek eğitimine devam eder. Aynı yıllarda, şiirle ilişkisinde yeni bir dönem anlamına gelecek olan bir karşılaşma yaşar ve T.S. Eliot'u keşfeder. Kendi şiirlerinde Eliot'un kahramanlarını da ağırlayacaktır:
"…Çan sesleri duyuluyor uzaktan. / Yabancılar polisinden gelirken, / altı ay daha uzatılmış bakışlarım, / aşıp köprünün taş korkuluklarını / benden ayrılıp Sen nehrine atıyor kendini. / Ve orada şırıl şırıl akan nehirle birlikte / bir meçhule ilerlerken, körlemesine / yokluyorum önümdeki yılları, / ıslak ıslak parlayıp ağıma düşecek / kıpır kıpır anları..."
İYİCE BİR GERİNİP…
Seksenli yıllarda ancak sahip olduğu Türk pasaportu sayesinde doktora tezini yazmak için Fransa'dadır. Ardından Sinema ve Tiyatro Yüksek Okulu Film Yönetmenliği bölümünün yeniden öğrenci alacağını duyar ve Macaristan'a geri döner. Sınavı kazanır, Zoltan Fabri'nin öğrencisi olur. Bundan böyle bütün yaşamını sinema dolduracaktır. Togay, çok yönlü kişiliği ve ilgileri nedeniyle sinema dışında birçok muhalif etkinlikle de uğraşır. Örneğin Yahudi soykırımının yıldönümünde, öldürülerek Tuna'ya atılan Macarlar için, Peşte'de nehir kıyısına ayakkabılar yerleştirerek bir anı-sergi hazırlar.
Can Togay'ın yaşam serüvenine eşlik eden şiirleri Türkiye'de okurla buluşmaya artık hazır. Bu buluşmanın Togay için önemi büyük. Macar edebiyat çevrelerinden aldığı olumlu eleştirilerden çok, çeviri projesinin önemli olduğunu söylüyor:
"Ne diyeyim? Türk adıyla yazdığım Macarca şiirlerimin Türkçeye çevrilmesi hayatın ilginç bir cilvesi. Kökenim ve eğitimim arasındaki kültür ve dil uçurumuna, bu tahta aracılığıyla bir köprü kurulabilir belki. Çevirilerin büyük bölümünde, köklerimden kopup hayatımı, Türkiye'den ve öz kültürümden uzak yaşamamda en çok payı olan annemin emeğinin olması da bu manzarayı tamamlıyor".
Berlin'de yaşayan Can Togay, Macaristan'ın en önemli uluslararası merkezlerinden birinin, Collegium Hungaricum'un başında. Yoğun Berlin temposu onu sinemadan ayırmamış. Yazın bir kısa film çeken Togay şu anda,"Balaton'da Alman Birliği" adıyla "en yoğun film projem" diye tanımladığı bir multimedya sergisi üzerinde çalışıyor. 60'lı, 70'li, 80'li yılların amatör filmlerinde Doğu ve Batı Almanya yurttaşlarının yaşantılarını, Macaristan buluşmalarını ölümsüzleştirmenin peşinde. "Aslında her zaman annem ve babamın yaşadıklarını konu alan bir filmin düşünü kurdum. Bu filmde onların rol almasını nasıl da isterdim" diyor. İlk bölümü İstanbul'da geçen "Avrupa'da Bir Çocukluk" adlı senaryosunun üzerinde çalışmayı da sürdürüyor.
Togay hep düşlerinin peşinde. Bir hayatı birçok dille anlatmak için… Binlerce, on binlerce yola dalmaktan korkmadan, yolunu hiç kaybetmeden.
Sevgi Can Yağcı - Cumhuriyet Dergi'den..
Akt.turkinfo.hu
http://www.turkinfo.hu/index.php?oldal=portre&&portreoldal=portrereszl&&adat=979
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder