Yahya Dai: “12 Eylül oldu ve parasını ödediğim
saksofonuma 27 Haziran 1981’e kadar kavuşamadım. Bugün her şeyi olan genç
müzisyenlerin bizi anlamakta neden zorlandıklarını anlıyorum”.
Yeni albümü Ümitvar Mavi ile caza ve yaşama dair
ümitlerimizi tazeleyen Yahya Dai, Ankara’da caz müziğini yeşerten
isimlerden. Dai ile Ankara tarihine
müzikli bir yolculuk yaptık.
70’lere gidelim sizinle. Nasıl başladınız
müziğe?
70’ler benim
7-17 yaş aralığıma karşılık geliyor, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası orta dalga
radyoda TRT3 yayınlarını dinlerken, blokflütle çaldıklarıma ek olarak radyoda
duyduğum caz parçalarını çalmaya başlamıştım. Sonra saksofon ilgimi çekti. O
dönem Ankara Motor Teknik Lisesinde okuyordum. 70’lerin o kaotik ortamında
cazla ilgilenebilmek büyük bir lükstü, postu deldirmeden Bahçelievler’den
Gazi’deki okuluma gidip gelebilmekten başka düşüncem yoktu. Caz eğitimi veren
bir okul olmadığı gibi düzgün bir saksafon alabileceğiniz dükkân dahi yoktu. Almanya’dan
sipariş ettiğim saksofon için yaklaşık 1,5 yıl bekledim. 12 Eylül oldu ve parasını
ödediğim saksofonuma 27 Haziran 1981’e kadar kavuşamadım. Bugün her şeyi olan, hızla
serpilen genç müzisyenlerin bizi anlamakta neden zorlandıklarını gayet iyi
anlıyorum.
12 Eylül
yeni bir müzik kültürü oluşturdu. Caz müziği bundan nasıl
etkilendi?
1980’lerin
başında bugünkü içinden çıkılması güç koşulların tohumlarının ekildiğinin
çoğumuz farkında değildik. Dış borç karşılığı memlekete giren sıcak para ve
yeni palazlanan 1980 sonrası zenginlerinin eğlenme arzuları ile coşan gece
hayatı kaderin cilvesine bakın ki, biz caz müziği çalmaya çalışan bir avuç genç
müzisyene bir fırsat oldu. Şehrin mutena semtlerinde hızla çoğalan mekânlarda giderek
daha çok Caz talep ediliyordu. Caz, Batılı bir değer olarak bir tüketim unsuru
haline gelivermişti. Miles Davis gibi büyük sanatçıların çektikleri düşününce
ne büyük bir ironi! Anadolu’nun göbeğinde Caz yeni elitin popüleriydi.
1998’de İstanbul’a taşındınız, niçin?
Bu yüksek
sosyete ve Caz modası 90’ların başından sonra hız kesti. Artık ekonomik kriz
vardı. Pek çok değerli müzisyen şehirden göç etti. O dönem bizler festival
izlemeye İstanbul’a zar zor giderken İstanbul’dan caz grupları Ankara’ya
çalmaya gelirdi. Neşet Ruacan-İmer Demirer-Ali Perret-Selim Selçuk-Cem Aksel
ile tanışmam böyle oldu. 1998’de İstanbul’a taşındım ama İstanbul’a gönüllü
gelmiş biri değildim. Şehrin kültürüne uyum sağlamam kabaca 5-6 yılımı aldı.
Ümitvar Mavi, bu deneyimin birikimiyle hazırladığınız
bir albüm. Neden ümitvar, neden mavi?
Ümitvar
olmakta giderek daha çok zorlandığımız için “Ümitvar” olmaya pozitif ayrımcılık
yaptım diyelim. Aslında Ümitvar Mavi benim çok sevdiğim, o tertemiz, huzurlu
Datça kıyılarındaki denizin açık bir tonuna verdiğim isim. Albüm adı olarak da anlamlı
ve doğru mesajı taşıyacağını düşündüm.
Waltz for Ötenel adlı parçanız dikkatimi çekti. Tuna Ötenel’in
Sizin için anlamı büyük olsa gerek.
Ankara’da
olmamın belki de en büyük şansıydı Tuna abi. Biraz caz çalabiliyorsam onunla
birlikte çalışmama borçluyum şüphesiz.
Ankara birçok büyük cazcı yetiştirmiş değil
mi?
Konsantre
olmak için harika bir yerdi benim eski güzel Ankaram. 1960’lardan 90’lara çok
müzisyen yetiştirdi. Belki o dönem İstanbul’a göre uygun ortam sunuyordu. Günlük
küçük hedefler peşinde koşmayan, daha idealist insanların beşiğiydi sanki.
Bu değişim biraz Ankara’dan uzak kalmanıza
neden olmuş sanki? Oysa dinleyici sizi özlüyor.
Ülkede ciddi
bütçeli sanat organizasyonu sayısı pek iç açıcı değil. Yerli caz grupları hak
ettikleri koşulların çok altında varlık göstermeye zorlanıyorlar. Caz
festivallerinin müzik ve müzisyenlere destek olması beklenirken biz müzisyenlerden
özveri beklemekteler. Çoğumuz için Ankara Caz Derneği Ankara’dan uzak kalmamıza
sebep oldu diyebilirim. Ankara’da Caz çalınabilen yeni mekânların haberi
kulağıma geliyor ama bütçeler öyle komik hale geldi ki yol masraflarımızı
karşılamak bile bir külfet. Eski Ankara dinleyicisine kavuşmak güzel bir hediye
olurdu…
Cumhuriyet Ankara, 13 Mart 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder