Hıdırellez
Güle yürüdüm. Çok yağmur yağdı akşam, toprak çamur kokuyor.
Çamur, toprak kokusunun yoğun hali. Baygın baygın kokuyor. Kaygan, serin,
içindekileri gizleyen bir koku bu. Karanlık. Anlamak için koklamak lazım.
Avuçluyorum, avcumun içinde dalgalanıyor. Avcumun içine sığsa, orada hapsedebilsem onu. Burnuma
götürmeye korkuyorum. Parmaklarımın arasındaki kayganlığın ne olduğunu
bilemiyorum. Bir salyangozdur belki. Yok, değil. Öyle olsa kabuğunu hissederdim, solucan
olma ihtimali daha yüksek. İçim ürperiyor. Salyangozu severken solucandan neden
korkuyorum; evi yok diye mi? Yuvasızlığından mı huylanıyorum? Hızından da
olabilir. İz bırakmayı sevmemesinden. Parçaladığında çoğalabilmesinden? Her neyse.
Neyi avuçladım ben? Birinin dileği bu belki? Birinin mahremi. Utana
utana yazdığı. Dilerken utandığı.
Bazı insanlar dilemekten utanacak kadar suçludur. Ontolojik
suçlarla doğar, büyür ölürler.
Gecenin bu saatinde ontolojik suçlarımdan aldığım cesaretle
avcumdakini ağzıma götürüyorum. Kokusu yok hâlâ. Cansız bir tat bu. Tırnaklarımın arasına
dolan bu tortu, belki de binanın
bahçeciğinde altmış beş yıldır birikmiş her duygudan bir parça taşıyor.
Mektup yazmak istiyorum. Alıcısı belli değil. Zihnim tanıdık
bir alıcı bulmaya çalışıyor. En azından bir adresi olsun, gönderebileyim.
Gönderilmemiş mektuplar insanın canını acıtıyor. Adresi belli olmayanlara yazılan mektuplar
kadar sahibi belli olmayan adresler de hüzün veriyor gecenin bu saatinde. Bir
sürü keşke. Yazıldığı için suçluluk duygusuyla cezalandırılmış satırlara, suç
ortağı şarkılara saklanmış, gözüne kaçmış ve sulanmasına neden olmuş bir sürü
keşke.
Keşkelerin geçmişte varolabilen canlılar olduğunu sanıyorsan (her
kimsen) yanılıyorsun. Keşkelerin üremesi için en elverişli mevsim şimdiki
zamandır. Bitimsiz eylem çekimiyle gecenin karanlığına gözünü dikip
umutsuzlukla bir güzel beslemelisin onları. Keşkeler narindir ancak hakikatli
bir korkak olmayı becerebilirsen, anılar saç diplerini yakacak kadar tenine
yapışıksa kolayca çoğalırlar. Bir
bakmışsın, gülün her bir dalında onlarca keşke.
Dallara eğilip dileklere bakıyorum. Kimi usulca gömülmüş, kimi cüretkâr, sere serpe dalgalanıyor; kendi halinde, irili
ufaklı dilekler. Kimi açmış, kimi tomurcuk. Solanlar da var içlerinde. Zamanlama
hatasına kurban olanlar. Başkalarının seçimlerinde kaybolanlar..
Bütün bu dilekleri
biliyorum. Hepsi aynı.Farklı sahiplerin köleleri. Dilek dediğin keşkenin gelecek zamanı. Büyümüş, serpilmiş hali. "Keşke" diyorum. "Keşke". Pişmanlık
değil, keşke. Yaşarken orada olamadığımız her an, gül dalından sarkan koca bir “keşke”
…
Keşke diyorum (şu anda) bırakmasaydım. Elini, sigarayı,
inanmayı, kolesterol ilacımı, keşke daha çok baksaydım, parmaklarına, burnuna, siyah beyaz bakışlarına.
Gözlerini bilmiyorum. Bir kokun var mıydı? Düşler nasıl kokar hatırlamıyorum. Keşkeleri unutmak
ne güzel olurdu. Dilememek. Kâbus hatırlamakla başlıyor.
Bu arada dışarıda yağmur Hâlâ Yağıyor. Toprak değil, çamur kokuyor.
Kıvam kokuyor; serin serin. Keşke sağanağı
Şimdi ben bunları niye yazdım? Bilmiyorum ama yazmasam çıldıracaktım. Sen (her kimsen) iyi ki varsın. Dileklerin gülün dalında, bize emanet. Gülün zamanlamasına, günün getireceklerinden daha çok inanırım bilirsin. Nereden bileceksin ki? Neyse en azından bilirmiş gibi yap olur mu? Çok fazla hatırlıyorum bu gece. Unutabileceğime inanmak istiyorum. Keşkelerin içindeki vazgeçmişliğin, umuda dönüşme ihtimaline inanmak istiyorum. O yüzden dileklerimi, bozuk paralarımla birlikte (yarın uğur parası olarak anılacaklar) kardeşlerinin yanına iliştiriyorum.
Tören bitti. Keskin bir öksürük sesi duyuluyor. Sıradaki
keşkeye yer vermem gerek. Mateminden bir an olsun kurtulup pişmanlıklarını geleceğe ipoteklemek için sabırsızlanıyor.
Ne olur, başımı
yastığa koyduğumda bana kendini hatırlatma. Toprağın kokusunu bırak duyayım. Bırak unutayım yahu. Seni tanımıyorum
bile.